27 Aralık 2017 Çarşamba
''Bella'yı Ağaca Kim Koydu?''
18 Nisan 1943'te, İngiltere'nin Worcestershire yerleşkesindeki özel mülklerden biri olan Hagley Ağaçlıklarında dolaşan dört genç, ağaçlarda kuş yuvaları aramaktaydılar. Gençlerden biri eski bir karaağaca tırmandı. Ağaca tırmanan 15 yaşındaki Bob Farmer, ağacın gövdesinde korkunç bir şey buldu.
Oyuğun içindekinin bir insan kafatası olduğunu fark ettiğinde dehşete düştü. Alın üzerinde kalan et parçasında bir miktar saç kılı duruyordu. Gençler kafatasını iyice inceledikten sonra onu ağaca geri koydular ve bir sessizlik anlaşması yapıp ormandan ayrıldılar.
Ancak bu olay, aralarında en küçüğü olan Tommy Willetts için bir travmaydı. Çocuk, eski ağaç gövdesinde buldukları şeyi babasına anlattı. Olay polise haber verildikten sonra yapılan aramada ağacın içinde gizlenmiş ayakkabı, altın alyans ve kıyafet parçaları ile birlikte bir iskelet bulundu. İskeletin bir eli eksikti. Elin kemikleri ağacın çevresinde dağılmıştı. Polis, mağdurun ölümünün olağan dışı koşulları yüzünden rahatsızlık duyuyordu.
Patolog James Webster, mağdurun kadın olduğunu ve yaklaşık 18 ay önce öldüğünü, 35 yaş civarında kıvırcık renkli saçlarla 5 fit boyunda olduğunu, doğum yaptığını ve düzensiz dizilimli dişlere sahip olduğunu belirlemeyi başardı.
Webster, belirgin bir yaralanma izi bulamamıştı. Muhtemelen boğazına sokulan bezle boğularak öldüğünü ve ağacın gövdesine yerleştirilirken hala hayatta olduğunu belirledi.
Polis, kadının ayrıntılı bir tasvirini oluşturmayı başardı. Ancak tüm araştırmalar sonuçsuz kaldı. 2. Dünya Savaşı'nın getirdiği kaoslu yıllarda katili bulamadı.
1943're Noel yaklaşırken, insanlar ağaçtaki ölü kadının davasını unutmuşlardı. Ta ki grafiti başlayana kadar. 1944 yılında Birmingham'da bir sokak duvarında ''Bella'yı ağaca kim koydu?'' yazısı belirdi. Bir sonraki yazıda aynı soru cinayetin işlendiği yerleşkede 200 yıllık bir dikili taşın üzerinde belirdi. Bu yazıları kimin yazdığı da bilinmiyordu. Görünüşe göre birileri cinayet hakkında daha fazlasını biliyordu. Bundan sonra, Hagley'deki eski karaağaçta bulunan kadın, polis tarafından Bella ismiyle bilindi. Olayın gizemi hala daha çözülebilmiş değil.
21 Aralık 2017 Perşembe
Baltalı Cinayet Evi
Villisca, Lowa'daki bu evde, bir aile vahşice öldürüldü ve katilleri asla bulunamadı. Olay, Modern çağın çözülememiş gizemlerinden biridir.
1912'de evde Moore Ailesi yaşıyordu. Aile, baba Josiah B. Moore (49), anne Sarah Moore (39) ve onların 4 çocuğundan oluşuyordu: Herman Montgomery (11), Mary Katherine (10), Arthur Boyd (7) ve Paul Vernon (5).
9 Haziran 1912'de Moore Ailesi, yerel kilisede düzenlenen Çocuk Günü Etkinliği'ne katıldı. Etkinlik bittikten sonra, ailenin 10 yaşındaki kızı Katherine, Lena ve Ina May Stllinger (12 ve 8) isimli kız kardeşleri evlerine davet etti. Geceyi birlikte geçirdiler. Moore Ailesi ve iki konukları o gece yataklarına girdiklerinde, sabahı göremeyeceklerini tahmin dahi etmiyorlardı.
Ertesi sabah komşular evin tuhaf bir şekilde sessiz olduğunu fark ettiler. Saat 7'de, ailenin komşusu Mary Peckham, Bay ve Bayan Moore'ın sabah işe gitmediklerini fark edince endişelendi. Kapıyı çaldı, ancak kimse cevap vermediği için kapıyı evin yedek anahtarıyla açtı. Evi arayan komşu, korkunç bir sahneye tanık oldu. Yataklarında yatmakta olan anne-baba ve 6 çocuk vahşice öldürülmüştü. Katil, kurbanların kafalarını tanımlanamayacakları kadar ezmiş ve parçalamıştı.
Hemen polise haber verildi ve korkunç olay küçük kasabada hızla yayıldı. Hikayeye inanmak neredeyse çok güçtü, olay çok korkunçtu. O gece, herkes yatmaya hazırlanırken, acımasız bir katilin bir balta ile dolapta saklandığını ve uykuya dalmalarını beklediğini kimse bilmiyordu.
Gece yarısından sonra saklandığı yerden çıkıp uyuyan ebeveynleri ve çocukları vahşice öldürdü. Alt katta, konuk kız kardeşlerin uyuduğu odada kanlı bir balta bulundu.
Cinayetten sonra katil, kurbanların yüzlerini, evdeki tüm pencere ve aynaların üzerlerini örttü. Bir süre evde durdu, kendisine bir sandviç yaptı ve sonra gecenin karanlığına karıştı.
Ne yazık ki, katil çok az ipucu bıraktı ve polisin çemberi daraltabilmesi epey zordu. Sonunda, korkunç cinayetleri işleyen kişi hiçbir zaman bulunamadı ve bugün bu olay büyük bir gizem olarak kaldı.
Evde işlenen cinayetten yıllar sonra, evin birçok yeni sahibi oldu. 1930'larda evde genç bir çift yaşıyordu. Kadın, geceleri tuhaf sesler duymaya ve evde bir yabancının olduğunu hissetmeye başladı. Bir gece uyandığında, yatağının yanında duran ve elinde balta tutan bir adamın gölgesini gördü. Kadın, gördüğü şeyden sonra büyük bir korku içindeydi. O uyurken, eşinin uyanık kalması gerekiyordu.
1960'lı yıllarda Cinayet Evi, evli bir çift tarafından iki genç kıza kiralandı. Kızlar, bundan sonra sık sık hıçkırarak ağlayan çocuk sesleriyle gece uykularından uyandırıldılar. Bazen giysilerini aynaların ve pencerelerin üzerlerinde asılı halde buldular. Kızlar, yaşadıklarını aileleriyle paylaştık ancak sonuç olarak kimse onlara inanmadı. Bir akşam kızların babaları mutfakta oturuyorlardı. Adamlardan birinin elindeki bıçak, kontrol dışı bir şekilde fırladı ve diğerinin koluna saplandı. O gece herkes eşyalarını toplayıp evden taşındı.
1994 yılında evde evli bir çift yaşamaktaydı. Yerli halka göre, kurbanların ve katilin ruhları hala evde kalıyorlardı.
Yatak odasına giden merdivenlerden yukarı çıkarken hayali ayak sesleri duyulmaktaydı. Geçmişte, aynı merdivende katil yürümüştü. Yatak odaların birinde beyaz elbiseli iki küçük kızın ruhu görülmüştü. Bu odada uyuyan insanlar, gece boyunca yatağın yanında duran ve elinde balta tutan bir adamın ruhu tarafından uyandırıldıklarını söylüyorlar.
Edmund Kemper'in Hayatı
"Sokakta yürüyen güzel bir kız gördüğümde bir tarafım onunla flört etmeyi, diğer tarafım ise kazığa geçirilmiş kafasının nasıl duracağını düşünür." -Edmund Kemper
18 Aralık 1948 doğumlu, 2.06 metre boyunda ve 150 kilo ağırlığında olan Edmund Kemper, 36'lık IQ'su ile en yüksek IQ'ya sahip olan seri katildir. Küçükken gün içinde sık sık bir insandan oyuncak bebek yapmayı hayal ederdi. İlk cinayetini henüz 15 yaşındayken işledi. Büyükannesini öldürmenin nasıl bir his olduğunu merak etmesi sebebiyle, ilk cinayetini büyükkanesini öldürerek gerçekleştirmiştir. Daha sonra dedesi eşini o şekilde görüp kalp krizi geçirmesin diye onu da öldürmüştür.
16 yaşında olduğu için akıl hastanesine yatırılmıştır. Bu sırada hastanede tecavüzcülerle aynı mekanlarda bulunduğu için onların yakalanma sebeplerini ve hatalarını bir güzel tespit edip kendini cinayetler konusunda iyice geliştirmiştir. Kurnazlığını kullanarak iyileştiği izlenimi verme konusunda da başarılı olup hastaneden çıkmıştır.
Cinayetlerinin tetikleyici nedeni annesine duyduğu öfkeydi. Sık sık annesiyle kavgalar eder ve bu şiddetli kavgalardan sonra evden intikam hırsıyla ayrılırdı. Arabasına aldığı otostopçu kızları sohbet ede ede şehrin dışında tenha yerlere götürüp öldürürdü. Kurbanlarının çoğunun boğazını kesmiştir. Kurbanlarının cesetlerini eve götürür, odasında onlara tecavüz ederdi. Hatta cesetlerden kopardığı kafalarla kendisine oral seks yaptırırdı. Daha sonra cesetleri küvette parçalara ayırır, şehrin boş arazilerine bırakırdı. Hatta bazen kurbanlarının etlerini yerdi.
Bir keresinde, annesine olan nefretini göstermek ve ona mesaj vermek için öldürdüğü bir kızın kafasını arka bahçede annesinin odasının bulunduğu tarafa gömmüştü. Annesine olan nefretini bu yollarla bastıramadı. En sonunda annesi uyurken kafasına çekiçle vurarak öldürdü. En büyük düşmanı olan annesini öldürdükten sonra misyonunun tamamladığını düşündü ve polisi arayıp teslim oldu.
Evine giden polisler, annesinin kafası kesilmiş cesedini bir dolabın içinde buldu. Annesinin vücudunu canlı dart tahtası olarak kullanmış olması, ne denli ruh hastası bir adam olduğunu gözler önüne seriyordu. Annesinin gırtlağı ve dili kesilmişti ve cesedinin yanına bırakılmıştı. Annesinin erkek arkadaşının cesedi de tıpkı annesi gibi kafası kesildikten sonra bir dolaba tıkıştırılmıştı.
Kemper, idam edilmek yalvarıyordu. Birkaç kez intihar teşebbüsünde bulunmuştu. Ancak o dönemde Amerika hukuk sisteminde bir süreliğine bir devrim gerçekleşmiş, tüm idam cezaları ömür boyu hapis cezasına dönüştürülmüştü.
Edmund Kemper, hala hapiste ve hala değersiz gördüğü bir yaşamı sürdürmekte. 69 yaşında. Bir seri katil için, hele ki Edmund Kemper gibi bir seri katil için daha da tecrit edici bir zulüm olamaz.
![]() |
Edmund Kemper'in Annesi |
![]() |
Edmund Kemper'in Annesiyle Birlikte Yaşadığı Evi |
![]() |
Edmund Kemper'in Bahçede Gömdüğü Cesetler Aranıyor |
![]() |
Edmund Kemper'in Bahçede Gömdüğü Cesetler Aranıyor |
![]() |
Edmund Kemper İle Röportaj - 1991 |
![]() |
Şimdilerde Edmund Kemper |
18 Aralık 2017 Pazartesi
Ziębice Yamyamı: Karl Denke
Karl Denke, dindar bir Hıristiyandı. Dilenen insanlara ve yorgun seyyahlara yardım eden hayırsever bir insandı. Onu tanıyan herkes onu takdir ederdi. Öte yandan Karl, 40 kişiyi öldüren, kurbanlarının etlerini doğrayarak Wroclaw pazarlarında domuz eti olarak satan bir yamyamdı..
Karl'ın çocukluğu ve gençliği hakkında çok fazla şey bilinmemektedir..
21 Aralık 1924'te, Vincenz Olivier adlı evsiz bir adam, her tarafı kan içinde Munsterberg Polis Karakoluna geldi. Evsiz adam, Karl Denke tarafından baltalı saldırıya uğradığını iddia ediyordu. Polis ona inanmadı, tanıdıkları hayırsever adam böyle bir acımasızlık yapmazdı. Ancak evsiz adam ısrarla saldırıya uğradığını söylüyordu. Bu yüzden polisin olayı sorgulamaktan başka çaresi yoktu. Karl sorguda adamın kendisini soymaya kalkıştığını söyleyerek savunmasını yaptı. Sonuç olarak, Karl hücrede bir gece kalacak ve olay araştırılacaktı.. Karl, suçluydu ve sakladığı bir şeyler vardı. Bu işten çıkış yolu yoktu.. Ertesi sabah Karl, hücresinde ölü bulundu. Kendisini asmıştı.
Ölümünden sonra, onun gizli yaşamı ortaya çıktı.. Denke tam bir psikopattı. Polis, mülkünü güvence altına almak için evine girdiğinde, içeride görecekleri gerçekten de inanılması güç şeylerdi..
Denke'nin evinde yapılan aramada ilk bulgular insan eti ve kemikleriydi. İçleri krem sosu ile doldurulmuş üç orta boy kapta, insan saçlarıyla kaplı pişmiş etler bulundu. Et pembe ve yumuşaktı. Bütün parçalar kalçalardan kesilmiş gibi görünüyordu.
1940'ların sonlarında hala Karl'ın kurbanlarının kalıntıları bulunmaya devam ediyordu. Araştırmacılar, bu cani adam tarafından en az 40 kişinin öldürüldüğüne karar verdiler.
16 Aralık 2017 Cumartesi
Ted Bundy'nin Hayatı
''Biz seri katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz. Ve yarın çocuklarınızdan daha çoğu ölmüş olacak.'' -Ted Bundy
Amerikan seri katillerinin öncül örneği olarak kabul edilen Ted Bundy, 24 Kasım 1946'da gayri meşru ilişki sonucu dünyaya geldi. Annesi Eleanor Louise Cowell'ı yıllarca ablası olarak bildi. Annesinin bunu sır olarak saklama nedeni gayri meşru bir çocuğun getireceği sosyal baskıdan kurtulmaktı.
Ted, huzursuzluğun hakim olduğu bir evde büyümüştü. Annesi ağır depresyon yaşıyordu. Babası Samuel Cowel, oldukça öfkeli ve sert bir adamdı. Pornokrafik yayınlar okurdu. Ted büyüdükçe, ablası olarak bildiği annesiyle olan ilişkileri karmaşık bir hale geldi. Ve bu, Ted'in yoldan çıkmasına sebep olacaktı. Bir keresinde, annesi uyuyakalmıştı ve uyandığında Ted'in mutfaktaki tüm bıçakları yanına getirdiğini görmüştü. Bıçakların sivri uçları kendisine dönük bir şekilde onun etrafına dizilmişti.
Küçük yaşlarda yaşadığı uyumsuzluk sorunları haricinde Ted, her çocuk gibi sebze yemeklerinden hoşlanmazdı, Noel Baba'ya inanırdı ve dolabında saklandığını düşündüğü canavardan korkardı.
Ted Bundy, ortaokul zamanlarında sessiz, sakin, içine kapanık bir çocuktu. İnsanlarla nasıl geçineceğini bilmiyordu. Kekemelikten muzdaripti ve hiç flört etmedi.
Ted'in halihazırda ortaya çıkmakta olan gizli bir yönü vardı. Sürekli hoşnut hissetme ve otoriteye karşı gelme isteği onun kendisini özel hissetme ve nam salma gibi narsist kökenli örüntüler edinmesine katkıda bulundu. Ted, kendisini yasaların üzerinde görüyordu. 15 yaşına geldiğinde usta bir mağaza hırsızı oluvermişti. Aynı zamanda bir röntgenci haline gelmişti. Gecenin karanlığında kızların penceresinde ortaya çıkıyordu.
1965 yılında liseden mezun oldu, ertesi yıl üniversiteye girdi. Ancak kampüste kendini çok yalnız ve kayıp hissetti. Ted, kendi içinde bir boşluktaydı. Halinden memnun olmadığı için kendini geliştirme konusunda azimliydi. Zamanla yeni bir kişilik üretmeye başladı. Eski Ted utangaç ve çekingense yeni Ted espritüel, soğukkanlı ve kendinden emin olacaktı.
Ted, üniversitede ilk ve gerçek aşkı olan Stefanny Brooks ile tanıştı. Omuzlarına kadar inen ve ortadan ikiye ayırdığı uzun saçları onu çekici kılıyordu. Ted ona aşık olmuştu. Bir yıl kadar birlikte olduktan sonra kız arkadaşı bu ilişkinin sonunu göremediği için ondan ayrılmak istediğini söyledi. Ted'in toy olduğunu düşünüyordu. Ona hiçbir hedefinin olmadığını, hırslı olmadığını söyledi. Ted, plan yapamıyordu ve düzenli değildi. Ted'in adeta dünyası başına yıkılmıştı. Ted ona karşı saplantı geliştirdi. Okulu bıraktı ve akrabalarını ziyaret etmek için Philadelphia'ya geri döndü. Bu dönüşün bir amacı vardı, kafasını sürekli meşgul eden sorulara cevap bulması gerekiyordu. Belediye binasında her zaman şüphe duyduğu şeyin aslını öğrendi. Gerçek annesi, aslında ablası olarak bildiği kişiydi. Kendi kimlik algısında büyük bir sarsıntı oluşmuştu. Kendisinin gayrimeşru bir çocuk olduğunu öğrenmesi onun için çok yıkıcı oldu. Annesi tarafından ihanete uğramış ve ilk aşkı tarafından terk edilmiş öfkeli bir adamdı artık Ted.
Ani bir kararla üniversiteye geri döndü. Orada bir oda tutarak psikoloji okumaya başladı. Bütün derslerde başarılı oldu ve kendisine bir hedef belirledi. Zamanla arkadaşları ve çevresi Bundy'yi yakışıklı, zeki ve uyumlu bir genç adam olarak tanınmaya başladı. Ancak onun kimsenin göremediği şeytani bir yönü ve intikam alma planları vardı. Listesindeki ilk kişi, kendisini terk eden ilk aşkı Stephanie Brooks idi.
Üniversiteki öğretmenleri onun çok başarılı, çok zeki ve arkadaş canlısı olduğunu düşünüyordu. Kimse onun şeytani yönünü tahmin dahi edemezdi. 25 yaşına geldiğinde boş zamanlarında intihar acil yardım hattında çalışıyordu. Birçok kişiyi intihardan vazgeçirdiği bilinmektedir.
1972 yılında, eski kız arkadaşı hala onun düşüncelerine yerleşik durumdaydı. İş gezisi için San Fransisco'ya gittiği sırada onunla karşılaştı. Ted'in yeni hali Stephanie'nin aklını başından almıştı. Stephanie, kendine oldukça güvenen Ted'e aşık oldu ve onun evlilik teklifini memnuniyetle kabul etti. Kısa zaman sonra Ted intikamını Stephanie'den ayrılarak almış oldu. Artık istediği her kadını elde edebileceğine kendisini inandırdı.
4 Ocak 1974 tarihinde, 5 yıl süresince bütün ülkeyi dehşete düşürecek öldürme hücumuna başlamıştı. Kurbanları, eski sevgilisi Stephanie'ye benzeyen kadınlardan oluşuyordu. Uzun saçları ortadan ayrılmış kadınlardı. Ted Buny'i inceleyenlerin çoğu, onun kendi hayatını mahvettiğini düşündüğü kadınlardan intikam aldığına inanıyordu.
Ted Bundy'nin tahmini 120 cinayetin sorumlusu olduğu düşünülmektedir ancak bunlardan sadece 36'sının tarafınca işlendiği ispat edilebilmiştir. Bundy, cinayetleri işlerken çeşitli aletler kullanırdı. Bunlar; levye, buz kıracağı, kelepçe, metal boru ve kadın çorabıydı. Kurbanlarını çekiciliğiyle savunmasız bırakırdı.
Kurbanlarına genelde sakat numarası yapardı. Kendisine yardımcı olmaları isteğinde bulunup onları arabasına yakınlaştırır, bu esnada kafalarına levyeyle vurup etkisiz hale getirirdi. Tenha bir yere götürdüğü kurbanlarına tecavüz edip öldürmüştür, hatta onların cesetlerine de defalarca kez tecavüz etmiştir. Bazı kurbanların ise bedenlerini kesmiştir.
16 Ağustos 1975'te ilk kez tutuklandığında, genç bir kadını kaçırmaya çalıştığı için 15 yıl hapis cezası aldı. Dedektifler, seri cinayetler hakkında Bundy'den kuşkulanıyorlardı, fakat henüz ortada bir delil yoktu.
7 Haziran 1977'de cinayet davası için Pitkin County, Colorado'ya nakledildi. Dava arasında kütüphaneyi görmesine izin verildiği zaman ikinci katın penceresinden atlayarak kaçtı. Bu düşüş Bundy'nin iki ayak bileğine de zarar verdi, bu yüzden fazla uzaklaşamadı ve bir hafta sonra yakalandı. Hapiste duruşmayı beklediği sıralar yemek yemeyi bıraktı. Gardiyanlar onun grev yaptığına inanıyordu. Ancak bu, hücresinde bulunan havalandırma boşluğuna rahat sığabilmesi adına yaptığı zekice bir eylemdi. 30 Ekim 1977'de havalandırma boşluğundan kaçmayı başardı, bir araba çalarak yola koyuldu.
Kaçtıktan sonra kendisine yeni bir kimlik edindi. Bir eve yerleşti, artık rahat yaşayabilirdi. Ancak öldürmeden duramadı. Ocak 1978'de uyuyan iki kadını sopayla döverek öldürdü, iki kızı da ciddi biçimde yaraladı. 9 Şubat 1978'de Lake City Florida'ya gitti.
12 yaşındaki Kimberly Leach'i kaçırarak öldürdü. Kimberly onun son kurbanı oldu. 15 Şubat'ta Pensacola, Florida'ya giderken polis tarafından arabası durduruldu. Kullandığı aracın çalıntı olduğu anlaşıldı ve Bundy tutuklandı.
İkinci defa başlayan dava süreci 25 Haziran 1979'dan 29 Temmuz'a kadar sürdü. Savunma avukatları verilmesine rağmen Bundy, başarılı bir avukat olduğundan savunmasını kendisi yaptı. Yakışıklı görüntüsüne ve kişiliğine hayran olan bazı kadınlar Ted'in duruşmalarına katıldılar ve onu hayranlıkla izlediler. Bazıları Bund'nin dikkatini çekebilmek için, onun ilk aşkı Stephanie gibi saçlarını siyaha boyatıp ortadan ikiye ayırdılar.
Bir kurbanının kalçasında bıraktığı derin ısırık izi, onun yakayı ele vermesine neden oldu. Isırığın uzman raporuna göre, tamamiyle Bundy’nin dişleriyle örtüştüğü tespit edildi. Suçlu bulunduktan sonra hakim Edward Cowart tarafından elektrikli sandalyeyle ölüme mahkum edildi. Duruşma ve hapis boyunca yüzlerce kadın ve erkek hayranından mektuplar aldı. Ve bir hayranıyla evlenip ondan kız çocuğu sahibi oldu.
Son ana kadar suçlarını kabul etmeyen Bundy idamını 10 yıl kadar geciktirdi. Son ana kadar idam cezasından kurtulabileceğine inandı. İdamından bir gün önce son röportajını verdi. Gardiyanlardan alınan bilgiye göre, hazırlık için hücresinden zorla çıkarıldı ve idam edileceği odaya geldiğinde çok korktu.
23 Ocak 1989 günü, saat 7:06'da Bundy Elektrikli sandalyede, 2.000 volt elektrik vücudunda gezdirilerek idam edildi. 7:16'da öldüğü açıklandı.
Hapihanenin dışında bekleyen yaklaşık 500 kişiye Bundy'nin öldüğü duyuruldu. Coşkulu kalabalık idamı üzerine şarkı söyleyip dans etti ve yürüyüş gerçekleştirdi. Ayrıca cezaevinin karşısında havai fişekler patlatıldı. Bundy'nin cesedini taşıyan beyaz cenaze arabası cezaevinden ayrıldıktan sonra yüksek sesle alkışlandı. Ted Bundy cesedi Gainesville'de yakıldı ve külleri vasiyeti uyarınca Washington State Cascade Range'da açıklanmayan bir yerde dağıtıldı.
7 Aralık 2017 Perşembe
Gerçek Psikopatlar
Elbette, çoğumuz bir psikopatı empatik bir birey olarak tanımlayamayız. Hannibal Lecter, kurbanlarını alaycı bir şekilde bir kasap edasıyla kesiyor ve yiyordu, tabii ki kurbanının hayatı ve acıları için endişe duymuyordu. Ancak psikopatların empati duymadıklarını söylemek tam olarak doğru değildir.
Onların, diledikleri zaman açılıp kapatılabilir bir empati anahtarları vardır. Anahtar, bazı dış etkenlerden de etkilenebilir. İnsanların çoğunluğu için empati hissetmek doğaldır. Ancak psikopatlar için empati varsayılan mod değil daha çok gönüllü bir histir.
Empati yapmak istediklerinde anahtarı açar ve bunu gerçekleştirebilirler. Bu genellikle kişisel kazançları içindir. Empati anahtarları, kurbanlarını baştan çıkardıklarında kapanır.
Psikopatlar empati nedir, haberdardır. Fakat onlar için empati kurmak gerçek bir çabadır. Empati duygusu, tutsak olmak gibidir. Zincirlerden kurtulunca, o zaman popüler kültürde gördüğümüz psikopatları elde edersiniz.

Bunun nedeni, kadınların doğal olarak erkeklerden daha fazla empatiye sahip olmalarıdır. Kadınlar genel olarak ahlâki konularda ve diğer insanların esenlikleri konusunda erkeklerden daha çok endişe duyarlar. Bu nedenle kadın psikopatların PCL-R'ne (Psikopati kontrol listesi) göre erkeklerden daha düşük bir orana sahip olma olasılığı vardır.
Kadınlar üzerinde çok az araştırma yapılmış olsa da, cezaevi popülasyonlarında erkek psikopatlara yönelik araştırmalar kapsamlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu tür kurumlarda psikopatların erkeklerden olması durumu tescillenir.
Ayrıca, kadınlarda psikopati yaşamın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Kıskançlık, manipülasyon, dengesiz ilişkiler nedeniyle kısmen gelişebilir.

Hayır, muhtemelen bunu reddedeceklerdir. Aslında işe yarayacağını düşünmek akıl almaz bir şeydir. Fakat bunun etki edebileceğini gösteren bir çalışma var. Psikopatlar bilinçli veya bilinçsiz olarak empati kurma kararı verebilirler, daha empatik olmaları söylenerek daha empatik hale getirilebilirler.
Hollandalı bilim adamlarından oluşan bir ekip, 21 psikopattan oluşan bir gruba, bazı şiddet içeren suçları ve acı çeken insanları gösterdi. Grubun beyin aktivitesi ölçüldü. Hastaların motor, somatosensori ve duygusal beyin bölgeleri, psikopat olmayan hastalar kadar aktif değildi.
Sonra katılımcılardan videolardaki kişilerle daha fazla empati kurmaya çalışmaları istendi. Bu beyin bölgelerinin aktivasyonu, psikopat ve psikopat olmayan hastaların beyin görüntülerini ayırt etmenin zor olduğu noktaya yükseldi.

Tabii ki, bazı insanlar bu karakterizasyona uyuyorlar. Birçoğu bu kişilerin delirmiş olduğunu sanıyor. Ancak psikopatlar ancak bir şey değildir; Onlar deli değildir.
Onun yerine zihinsel sağlıklarını kontrol altında tutabiliyorlar. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyorlar. Sadece duygusallıktan yoksun olduklarından, yanlış kararlar almak ve suç işlemek onlar için daha kolay oluyor.
Amerikan Psikiyatri Birliği, psikopatiyi delilikten ziyade bir kişilik bozukluğu olarak tanımlıyor.
Hapishanelerdeki suçluların büyük çoğunluğunun bir tür kişilik bozukluğu yaşadığı doğrudur. Bu şiddet içeren, antisosyal eylemlere dayanıyor. Fakat bu özellikler her zaman psikopati ile doğrudan alakalı değildir.
Hapishane mahkumlarının yaklaşık yüzde 75'inde kişilik bozukluğu vardır. ABD'deki mahkumların sadece yüzde 16'sı psikopattır. Bu nedenle, suçlunun ve psikopatın elele olmadığına dikkat etmek önemlidir.
Hiçbir duyguyu hissetmeyen soğukkanlı kişilerdir psikopatlar. Popüler kültüre göre, psikopat kişilerin suçu kolayca işleyebilmelerinin tek nedeni budur. Sadece empati eksikliğinden değil, sevgi gibi olumlu duyguların da eksikliğinden kaynaklıdır.
Hannibal Lecter, birini sevmeyi zor buluyordu. Sadece insanlarla oynamak istiyor, aciz halleriyle eğleniyordu. Ancak bu, psikopatların herhangi bir duyguya sahip olmadığı anlamına gelmez. Bu kişilik bozukluğunun tamamen farklı bir çeşididir. Klasik psikopatlar, spektrumun en üst noktasında olanlardır, duyguları yaşamakta zorlanırlar. Bununla birlikte, duygusallıklarını tetikleyebilecek vakalar da vardır. Örneğin yakınlık duydukları birinin ölümüne ağlayabilirler.

Ancak gerçekte, psikopatlar ortalama bir insana kıyasla aynı seviyede duygusallık yaşamasalar da kendilerini suçlu hissedebiliyorlar. Hatta depresyona girebiliyorlar. Çünkü psikopatların güçlü hissi yetileri vardır. İşler yoluna girmediğinde suç işlemeye başlarlar.
Fakat bazen, suç işlemekle işleri yoluna koyamazlar. Bu durum depresyon ve diğer zihinsel bozukluklara yol açabilir. Depresif bir psikopat kulağa biraz garip geliyor, ancak bazı psikopatlar arasında oldukça yaygındır.
Popüler kültürdeki psikopatlar yalnızca suç işlerler. Duygulardan ve duygusallıktan yoksundurlar. Gerçek yaşamda, durum böyle değildir; duygulardan ve duygusallıktan yoksundurlar ancak başkalarının hissettiklerini anlamada çoğu insandan daha yeteneklidirler.

"Psikopat" sözcüğü, popüler kültürde çokça kullanılır. Bu nedenle, tıp uzmanlarının psikopati hakkında doğru bir anlayışa sahip olduklarını düşünürsünüz. Bununla birlikte, "psikopat" etiketi aslında doğru şekilde tanımlanmamıştır.
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nda psikopati bulunmamaktadır. Ona en yakın durum, antisosyal davranışsal bozukluktur.
Popüler kültürde psikopatlar olarak belirtilen bu önemli figürlere rağmen, gerçekçi bir teşhis değildir. Daha doğru bir tanı, Antisosyal Kişilik Bozukluğu olmalıdır. Evet, Hannibal Lecter için bile.
2 Aralık 2017 Cumartesi
Haşlanarak Ölürken Vücudunuzda Neler Olur?
Şayet bunu sorgulamadıysanız, şuandan itibaren zihninizde ne denli korkunç bir şey olduğunu tasarlayacaksınızdır. Haşlanarak ölmek düşüncesi dehşet vericidir, gelin bir de nasıl olduğunu öğrenin.
Acı hissetmeyecek kadar uyuşturucu bir sıcaklığın içinde olacağınızı varsayarsanız eğer ne yazık ki durum böyle değil. Yoğun bir acı duyacaksınızdır. Kaynar su vücudunuza değdiğinde ekstremiteleriniz yanacak ve sinir uçları hasar görecektir.
Yavaş ve korkunç bir ölüm olacak. Ölüm hızlı gerçekleşmiyor ve hızı, ne kadar haşlanmış olduğunuza bağlı oluyor. Suyun sıcaklığı artarken suyun içindeyseniz eğer, şoka girmezsiniz ve uzun bir süre acı çekersiniz. Eğer baş aşağı sallanmış halde kaynar suya girerseniz, beyniniz haşlanır, bu da ölümüzü hızlandırır. Ancak kazalarda ve işkence yöntemlerinde bu ölüm süreci oldukça yavaştır. Kaynar suyun içinde birkaç saat boyunca ölemeyeceksiniz
Haşlanmanın fiziksel etkileri, bunun son nefesinize kadar oldukça korkutucu bir deneyim olduğunu ispatlıyor. Duyduğunuz acılar şok ya da bilinç kaybına neden olabilirken, son ana kadar vücudunuzda neler olduğunu hissedeceksiniz. Siz kaynar suda haşlanırken, havada tuhaf bir koku duyacaksınız. Bu koku, pişmekte olan insan etinin benzersiz kokusudur. Dıştan piştikten sonra iç organlarınız da pişmeye başlayacak. Kaynar su derinizi, etinizi, yağlarınızı ve iç organlarınızı pişirecek. Dışarıdan belli olmasa da otopsi sırasında iç organlarınızın tamamen piştiği anlaşılacaktır.
Canlı olarak pişirilen ıstakozlar gibi, haşlanırken vücudunuzun tamamı renk değiştirmeye başlayacak. Bu, vücudunuzun acı ile başetmek adına cilt yüzeyine daha fazla kan yolladığı anlamına geliyor. Eğer kafanız kaynar suyun üzerindeyse, sıcak buhar gözlerinizde ciddi kalıcı zarara neden olur. Şayet kafanız kaynar suyun altındaysa, durumunuz daha kötü demektir; gözleriniz kör olur.
Çoğu insan buharı terapötik ve rahatlatıcı olarak düşünür ama kaynar suyun içindeyseniz eğer durum aynı olmaz. Sıcak buhar acınızı arttıracaktır ve soluduğunuzda ciğerleriniz için tehditkar olacaktır. Akciğerler hassastır, ve sıcak buhar akciğerlerinize zarar verecek, nefes almanızı zorlaştıracaktır. Bu durumda yardım için çığlık atmaya ve nefes almaya devam etmeniz, aslında kendi ölümünüz için acele ediyorsunuz demektir.
Cotard (Yürüyen Ceset) Sendromu
Hayattayız ve hayatın gerekliliklerinden faydalanıyoruz. Tüm o gereklilikler bize yaşadığımızı hissettiriyor. Bu sendroma sahip kişiler, kendilerini ölü hissediyor. Kalplerinin atmadığına, damarlarından kanın akmadığına, iç organlarının çürümüş olduğuna ve kokuştuklarına inanıyorlar. Çürüyen bir cesette peyda olan kurtlanmayı ve ölümün yıkıcı etkilerini halihazırda tecrübe ediyorlar. Yakınlarına hayatta olmadıklarını göstermek için çırpınıyorlar; intihar girişiminde bulunuyorlar. Bazıları açlıktan ölüyor çünkü zaten ölü olduklarını düşünerek kendilerini beslenmekten mahrum ediyorlar. Mezarlığa ait olduklarını söyleyip, sık sık mezarlıklarda vakit geçiriyorlar. Bu kişilerin hayatta olduklarına dair tutunabilecekleri bir gerçeklik yok. Öyleyse neden gömülmüyorlar?
Anormal durumlara karşı olan ilgimiz, anormal durumlarla karşı karşıya olan insanlarla olan bağımızı etkiliyor. İşte o halde ne hissettikleri hakkında meraklanıyoruz. Bu sendroma sahip insanlar neler hissediyorlar ve nasıl tepkiler veriyorlar? Bizler çok az bilgiye sahibiz; sadece anormal tepkiler verdiklerine. Oysaki anormal bir duruma verilen anormal tepki, normaldir.
1788'te Naturalist Charles Bonnet, Cotard Sendromu'nun ilk vakalarından birini kayda geçiyor. Yaşlıca bir kadın, kızlarına kendisini kefene sarmalarını ve tabuta koymalarını; kızlarının, arkadaşlarının ona günlerce ölüymüş gibi davranmasını istiyor.
Başka bir vakada 46 yaşındaki bir kadın, doktorlara hiçbir şey yemediğini, aylarca tuvalete gitmediğini ve yıllarca uyumadığını söyledi. Bütün organlarının çürüdüğünü, kanının olmadığını kalbine ve kan basıncına bakan doktorların onu aldattığını çünkü kalbinin atmadığını söyledi.
İngiltere'de adı Graham olan bir kişi ise "Zamanımı mezarlıkta geçirmeye başladım çünkü burası ölüme en yakın olduğum yerdi" diyerek ruh halini paylaştı.
Yine yaşlı bir kadın bu hastalıktan muzdaripti. Fiziksel sağlığı kötüydü ve son derece kederliydi, çünkü insanlar ölüydü ve cesetler duvarlara asılıydı. Zamanla midesi ve bağırsakları olmayan, yaşayan bir ceset; varolmayan biri olduğunu söyler olmuştu.
Bu hastalıktan muzdarip bir başka kişi 61 yaşındaki bir kadındı. Tedavisinde ''Ben zaten ölüyüm'', ''Ben bittim'', ''Zehirlendim'' diyordu. Hastanede 25 gün kaldıktan sonra gömülme talebinde bulundu, çünkü kokmaya başlamış bir ceset olduğuna inanıyordu. Bir ay sonra etinin, bacaklarının ve gövdesinin bulunmadığını söyledi. Bu fikirleri sarsılmaz bir inanca dayalıydı.
Bunlarda ve bunun gibi onlarca vakada, cotard sendromundan muzdarip kişiler hayatlarının bir döneminde yıkıcı hezeyanlara uğramış, hala hayatta olduklarını bilmeden ölümün tesirleriyle 'yaşamaya' devam etmişlerdir. Bazıları ise gömülmek istemiş; ait olduklarına inandıkları yeri hak etmek için intihar etmişlerdir. Ölü hissetmek, ölüme dair gerçekçi bir sanrıdır. Ve en nihayetinde bizler topraktan gelip toprağa gidiyoruz..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)